1927'de nüfusu 13 milyonluk bir ülkeden, yaklaşık yüz yıl sonra, 84 milyonluk nüfusa ulaşan bir ülkede yaşıyoruz sevgili dostum! Nimetin kıt olduğu yıllardan, bol olduğu yıllara geçişte nüfusun da büyük bir hızla artışına şahitlik ediyoruz. 1950'lere kadar belli bir dengede duran nüfus, bu yıllardan itibaren katlanarak gidiyor. Özellikle kırsalda ya da taşradaki geleneksel yaşamda, en az 5 ya da 6 çocuk sahibi olmak adeta sıradan bir durumdu...Uzun yıllar önce yapılan bir araştırmada, köylülerin çok çocuk yapması, çocuklarını dayakla ve aşırı baskı ile terbiye etmesi sonucunu doğurduğu ortaya konulmuştu. Elbette kırsaldaki yaşam koşullarının ve geleneğin dayatması altında aslında bilinçsiz bir nüfus artışına da şahitlik ediyoruz. Köydeki yaşamı disipline etmenin de, büyükler için zor yanları vardı. Köyler de okullaşma oranının artmasıyla, önce erkek çocuklarla başlatılan eğitim öğretim seferberliği, bir zaman sonra kız çocukları için de geçerli olmaya başladı. Klasik köy yaşamında, geçim çok zor olduğundan, çoluk çocuk herkes günlük üretim  faaliyetlerinin içinde yer almak zorunda kaldı. Kadın erkek herkesin katkı sunduğu bir "bahçe ekonomisi" de denilebilir buna... Kültürel yaşam da ister istemez köy koşulları ve bilgisi dahilinde gerçekleşti. Efsanevi ve mitolojik hikâyelerin havada uçuştuğu ve bir nesil için doğru kabul edildiği pek çok hurafe hafızalarda yerini aldı. Çocukların leylekler tarafından getirildiğinden tutun, cinler, hortlaklar ve peri masallarından, "dam altına işenmez"e uzanan geniş bir alan bu. Şimşek ya da yıldırım çaktığında demirin dişlenmesi, her ahırın kapısının girişinde, hayvanları hastalıklardan korumak için koç başının ya da sığır kafatasının asılı tutulması da bunlardan...Çekilen dişlerin dama fırlatılması ve daha niceleri. Daralan araziler ve nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamayan koşullar, kırsaldan şehire göç furyasını getirince, dengeler de değişmeye başlar. Aslında bu yıllar şehirlere göç edenler için umut olduğu kadar çileli yıllardır da...Gelecek neslin daha iyi koşullarda yaşaması için harcanmış ömürler demek daha doğru olur.

Velhasılı kelam sevgili dostum; köprünün altından çok sular akıp geçti; gitti. Ülkenin imkânları, ekonomik koşullar, eğitim standartları ve bununla birlikte nesiller de değişti. Dünya görüşü ve yaşam felsefesi hiç tahmin edilemeyecek ölçüde alabildiğine gelişti. Kişi başına düşen gelir arttıkça tüketim alışkanlıkları da değişti doğal olarak...Kız çocuklarının ve kadınların toplumsal ve ekonomik yaşamda aldıkları rol, kadının konumunu da yükselttikçe yükseltti. Bu gelişmişlikte kadınların rolünü de gözardı etmemek gerekiyor. Son kırk elli yılda, kadınların erkekler karşısında edindiği yeri kıyaslamak dahi imkânsız. Kısacası yakın döneme kadar, tek motorla uçan bir Türkiye'den, çift motorla uçan bir Türkiye'ye geçiş de sağlanmış oldu. İnsanca yaşamak için kadın erkek birlikteliğinin ve güç birliğinin sağlanması da denilebilir buna...Tarım toplumundan, sanayi toplumuna ve teknoloji çağına uzanan bir süreç işte...! Geçmiş zamanlardan gelecek zamanlara selam olsun sevgili dostum; selam olsun!