Türk Borçlar Kanunun 49. maddesi gereğince ‘’Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.’’ şeklinde ifade edilmektedir.
Kısaca mali sorumluluğu giderebilmek için kanunun ilgili maddesinden de anlaşılacağı üzere karşımıza belli başlı 4 unsur çıkmaktadır.
Bunlar; kusur, hukuka aykırı fiil, zarar ve uygun nedensellik bağı şeklindedir. Birinin eksikliği dahi tazminat sorumluluğunu ortadan kaldırmakta olup irade yoksa kusur bulunmamaktadır. Sorumluluk hukukunda kural, kusur sorumluluğunun bulunmasıdır. Dolayısıyla paralel olarak zarar yoksa tazminatta bulunmamakta ve aynı şekilde uygun nedensellik bağı yoksa yine tazminat söz konusu olmamaktadır. Ayrıca eylem açısından bir değerlendirme yapıldığında hukuka aykırılık unsuru neticesinde kural olarak eğer hukuk düzeniyle fiilen bir çelişme yoksa tazminat sorumluluğu da doğmayacaktır.
Diğer taraftan liberal hukuk sistemimizde var olan ilke kusur sorumluluğunun varlığının olmasıdır. Zira Kusur iradenin kendisi olmaktadır. Yani İrade özerkliğimizin yansımasıdır. İhmal ise özensiz davranmaktır. İstisnai bir niteliğe sahip olan kusursuz sorumluluk hali ise ancak açık hükümle düzenlendiği takdirde karşımıza çıkmaktadır. Peki temyiz kudreti bulunmayan bir kişi hukuka aykırı bir fiil neticesinde bir zarar meydana getirdiğinde hukukumuz zarar göreni nasıl koruyacak? Bu hususta Türk Medeni Kanunun 14. Maddesinde belirtildiği üzere temyiz kudreti bulunmayan kişilerin fiil ehliyeti de bulunmamaktadır. Dolayısıyla ayırt etme gücü olmayan birisi hukuka aykırı bir fiil meydana getirdiğinde ve bunun neticesinde karşı tarafa bir zarar verdiğinde ayırt etme gücü bulunmayan bir kişi haksız fiilinden ötürü sorumlu tutulamamaktadır. Bu şekilde iradesini oluşturamayan birisinin kusurundan da bahsedilemez. Nitekim kanun koyucuda bu duruma açık hükümle bir düzenleme getirmiştir. Bu husus Türk Borçlar Kanunun 65. Maddesi hükmünde “Hakkaniyet gerektiriyorsa; hâkim, ayırt etme gücü bulunmayan bir kişinin verdiği zararın, tamamen veya kısmen giderilmesine karar verir.” şeklinde belirtilmiştir. Bu durumda bu zararın giderilmesi tazminat sorumluluğunun giderilmesi olmadığına göre ancak fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi gereği zararın giderilmesi olmaktadır.
Bu konuda Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2009/12195 Esas, 2009/12541 Karar ve 9.11.2009 Tarihli ilamında,
- KUSUR SORUMLULUĞU
- TEMYİZ KUDRETİ HAİZ OLMAYANLARIN MESULİYETİ
“(…) Kural olarak, haksız eylem nedeniyle verilen zararlardan sorumluluk kusura dayanır. Kusur sorumluluğu için de Medeni Yasa’nın 13. maddesinde belirtilen ayırt etme gücünün varlığı gerekli ve yeterli koşuldur. Diğer yandan, aynı Yasa’nın 15. maddesi gereğince yasada gösterilen ayrık durumların varlığı durumunda, ayırt etme gücü bulunmayanlar da haksız eylemleri nedeniyle verdikleri zararlardan sorumlu tutulabilirler. Bu ayrıksı durumlardan birisi de Borçlar Yasası’nın 54/1. maddesinde düzenlenmiş bulunan hak ve adalete dayalı nesnel (objektif) sorumluluktur.
Bu düzenleme ile yargıca, her olayı çevreleyen koşullar gözetilmek suretiyle, geniş bir takdir yetkisi verilmiştir. Bu bağlamda, ayırt etme gücü bulunmayanın eyleminin doğurduğu özel tehlike, nesnel ölçüler içinde ona yüklenebilecek bir kusurun varlığı, eylemin gerçekleştiği sıradaki öznel (sübjektif) durumu ve zarara uğrayana yönelik tutumu ile tarafların ekonomik ve sosyal varlıklarının göz önünde tutulması gerekir. Özellikle, haksız eylemde bulunanın sorumluluğunun onun yönünden rahatlıkla katlanılabilir; zarara uğrayan yönünden de hissedilebilir ölçüde ekonomik sonuçlar doğurması durumunda, ayırt etme gücü bulunmayanın sorumlu tutulması benimsenebilir.” şeklinde karar verilmiştir.
Av. Begüm Gürel & Hukuk Fakültesi Öğrencisi Meltem Özgörgü
KAYNAKÇA:
1. Prof. Dr. Öz M. Turgut, Prof. Dr. M. Kemal Oğuzman, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ekim 2020, İstanbul, Vedat Kitapçılık
2. Karararama.yargitay.gov.tr