Dün,
Mayıs’ın ikinci haftası
Anneler günü idi…
Elbette
Türk toplumuna,
Gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerdeki
Hissiz, donuk ve
Ruhsuz yapı daha gelmedi…
Biz
Avrupa ve
Emperyalist diğer ülkeler gibi
Aile kavramını
Daha yitirmemiştik…
Dede, Nine,
Anne, Baba kavramı
Ve
Birlikte yaşamak isteği,
İçimizde daha sona ermemişti…
Son zamanlarda
Onların kötü hasletlerini taklit etme
Sevdamızla olacak,
Yetiştirme yurtları
Ve
Huzur evlerine bırakılan
Anne, Baba ve çocuklarımız,
Aile kavramımızın
Yitirilmeye başlandığına işaretti…
Anneler Günü,
Babalar Günü,
Gelişmiş ülkelerde
Kendi yaşamından başkasını düşünmeyen,
Bir olgu olduğu için
Yılda bir defada
Ebeveynlerini düşünme günü olarak
Düzenlenmiş,
Yılda bir gününü
Ona tahsis etmeyle, kendini rahatlatıyordu…
Bizim
En büyük kozumuz
Sıkı aile bağları
Ve
Birbirimize kenetlenmemizdir…
Bırakın
Baba ve Annenin,
Çocuğunu düşünmesini,
Dede, Nine bile
Torununun geleceği ile meşgul olur…
Dünyada,
Sanayi Devrimi sırasında
Bebek ölümleri,
Korkunç derecede artmıştı…
19. yüzyılda doğan bebeklerin
Yarısından fazlası
“MARASMUS” diye gizemli bir adla anılan,
Kendisi de bir o kadar gizemli olan
Bir hastalıktan ölüyordu…
Hekimler bu hastalığı
"Vücudun telef olması" olarak tanımlıyordu…
Bazı yetimhanelerde
Bebeklerin,
Neredeyse tamamı ölmüştü...
Yine de doktorlar
Bu hastalığın nedenini anlayamıyordu…
Sonunda
Tamamen rastlantı sonucu,
Bu hastalık teşhis edilmişti…
Şöyle ki;
Bebeği annesinden
Ayırmanın getirebileceği
Korkunç sonuçları araştıran Jeremy RİFKİN,
Tıp tarihinin
Bu önemli buluşunu şöyle açıklamakta,
“Bu ölümcül hastalığın gizemi
Birinci Dünya Savaşı'ndan
Hemen önce,
Bostonlu bir hekim olan Fritz TALBOT'un
Düsseldorf'da
Çocuk hastanesini ziyaretiyle çözüldü...
Amerikalı hekimin gözüne
Kucağında hasta bir bebeği tutan
İriyarı bir kadın çarpar
Ve
Bu kadının koğuşta ne aradığını sorar…
Şöyle bir yanıt alır:
"Haaaaa bu bizim Anna.
Tıbbı olarak bir bebek için yapabileceğimiz
Bir şey kalmadığında,
Bebeği Anna'ya devrederiz
Ve
O her zaman bebeği iyileştirmeyi başarır…
Buradan hareketle,
Dünyadaki
Çocuk ölümlerinin,
Anne kucağından mahrum olma sorunu olduğu anlaşılır...
Anna' nın yaptığı sadece
Bu eksikliğin giderilmesinden ibarettir...
Bu olay sonrası,
Avrupa'da
Bebek bakımı konusundaki uygulamalar değişti...
Pediatristler,
Koğuşlara bir de "annelik dozu" eklediler...
Hatta
Bazı hastanelerde
Her bebeğin
"Günde bir kaç kez kucaklanıp
Etrafta dolaştırılması
Ve
Kendilerine ana şefkati gösterilmesi" şart koşuldu...
Bu yapıldıktan sonra,
Çocuk ölümleri çok fazla düşmüş,
Normal
Seyrine geri dönmüştü…
İşte
Türk Toplumu olarak biz,
Bu sevgiyi
Her zaman gösteriyor,
Aile kavramımızın bozulmamasını
Buna bağlıyoruz…
Tabi
Son yıllarda
Bu olguda biraz değişmiş,
Toplumun
Azınlık bir kısmı da olsa,
Aile bağlarının kopmasının
Kendi yaşamı için
Bir rahatlık olduğuna inanmıştı…
Bu bağlamda
Kucağının sıcaklığını
Her dönem hissettiğimiz annelerimizin,
Ölmüşlerine rahmet,
Sağ olanlara ise
Hayırlı uzun ömürler dilerim…
Evlatlar,
Annelerin ayağının altını öpsün…
Çünkü
Cennet oradadır…