Sen bakma sevgili dostum; günümüzde halk dilinde, Pazarkapı'ya Moloz; Tabakhane deresine de Bokludere dediklerine...! Vakti zamanında gerek Tabakhane vadisinden, gerekse Zağnos vadisinden tertemiz iki nehir akarmış...Bu derelerin sahile döküldüğü düz alanda çok sayıda kemer taş köprü yapılmış; dereler, doğal yataklarında akarak denizle buluşurmuş. Vadilerde konut yapımına henüz izin verilmemiş ve dere yatakları da daraltılmamış o yıllarda...Zaten nüfusu da henüz 5000 civarında olan bir şehir imiş...Moloz, vaktiyle surlar içine sıkışmış; Trabzon şehrinin açıkçası dış dünyaya açılan kapısı imiş...Adı da Asağıhisar olarak anılmış...Moloz iskelesi üzerinden kayık ve mavnalarla taşınırmış her şey! Yani bir dönem, şehrin kalbi konumunda, ticaretin döndüğü alan burası...Yaklaşık 1800 yıl kadar önce ilk kalıcı medeni şehircilik yatırımları, Romalılar, İmparator Hadrianus döneminde yapmış. Tabakhane deresinin kıyısı boyunca bir sur ve bu surun açıldığı bir kapı ile denize uzanan bir dalgakıran yani liman yapılmış...Roma donanmasının sığınağı hâline getirilmiş. Hatta, Ortahisar ve Zağnos surlarının ve köprülerin dibine kadar kayıklar işlermiş...Denizle nehirlerin buluştuğu nokta daha içerilerdeymiş...Hani bugünlerde soruluyor ya, Roma, Trabzon'un neresinde? Bugünkü arkeolojik bulgulardan daha iyi anlayabiliyoruz...   Zaman içerisinde bu dalgakıran alanı, Tabakhane deresinin asırlar boyunca taşıdığı toprak ve bazı yıllarda nehrin taşması sonucu bu set ya da sur, sular altında kalmış; taşla toprakla dolmuş...Hem liman, hem de Roma suru kullanılamaz hale gelmiş. Bu sur, hem kesme taştan, hem de "molos" denilen parça taşlardan inşa edilmiş. Yani, zamanın "molos" kelimesi mendirek ve surda kullanılan taş  malzemenin isminden kaynaklanmış. Daha sonraki dönemde, Bizans ve Trabzon Komnenos Devleti derken, binlerce yıl öyle ya da böyle Trabzon'a hizmet etmiş bir ticari üs ya da liman mahallesi olmuş. 1800'lü yıllarda, Çömlekçi tarafındaki liman işlerlik kazanıncaya değin, Pazarkapı semti, zaman zaman azalan, zaman zaman da çoğalan ticari işleyişin merkezi olma özelliğini korumuş. 1830'lardan itibaren uluslararası liman, bugünkü Meydan tarafına kayınca, Moloz limanı, ilçelerden gelen ürünlerin iskelesi olarak kalmış. El üretiminin ve yerel sanayi üretiminin merkezi olarak kendini göstermiş. Moloz iskelesi, balıktan meyva sebzeye ve tuz nakliyatına kadar çok çeşitli ürünlerin indirildiği küçük bir rıhtım olarak kalmış. Kırsaldan gelen ürünlerin takas edildiği pazar alanına dönüşmüş. Hatta Osmanlı, bir dönem  kıyı güvenliği nedeniyle, kıyıdaki diğer kaleler gibi, Moloz surlarını da onarmış; sahil boyunca diğer kaleleri de tahkim ettirmiş...Bugünkü  Moloz kapısı ve burcu, derenin taşması sonucu hasar gördüğünden Osmanlı hükümeti tarafından yeniden yaptırılmış. 

Vakti zamanında,  şimdiki yeni yapılan balıkhaneye denk düşen yerde, denize sıfır bir kale burcu varmış. Ve bu burcun önünden denize doğru uzanan bir iskele, bu işte yukarıda bahsettiğimiz iskele olarak kullanılmış...Bugünkü dolgu alanında yapılan büyük caminin olduğu bölge yani...

Günümüzden yaklaşık 120 yıl kadar önce Moloz semtinde o dönemki araç gereçlerin üretimi için özel sektör tarafından kurulan bir demir fabrikası varmış. Fabrika derken, zamanın atölyesi işte! Burada tarım aletlerinin yanısıra çivi de üretiliyormuş. Zamanın kayıkları da burada tamir ediliyormuş. Araya muhaceret yılları girince, kullanım dışı kalmış. Eski sahipleri tarafından, muhacirlik sonrası  tekrar üretim yapılabilecek duruma sokulmuş ve bir süre daha hizmet etmiş.

Moloz isminin çöple anılması ise kıyı boyunca şehrin çöplerinin ve bina yıkıntıları vs hafriyatının sahile dökülmesiyle  başlamış. Karadeniz sahil yolu için bu bölge dolduruluncaya kadar böyle devam etmiş.

Dolgu öncesinde, Moloz iskelesi ile Moloz kapısı ve şarap fabrikası binası arasındaki kıyılara zamanın belediyeleri tarafından uzun yıllar çöp ve hafriyat dökümü yapılmış. Bu sahiller doldukça, şehrin batı ve doğu sahillerine de çöp ve hafriyat dökülmeye devam etmiş... 1960'lı, 1970'lı ve 1980'li yıllarda yaşanmış bütün  bunlar. O yıllarda garipsenecek bir durum yok elbette! Ne kamuda, ne de belediyede bir çevre bilincinden bahsetmek imkânsız! En kolay nokta olarak buralar görülmüş...Bu arada, çöp  ve hafriyat, mahallenin bazı vatandaşları için gerek hobi, gerekse bir geçim kapısı olmuş. Gerek dalgalı,  gerekse sakin havalarda mahallenin gençleri ve meraklıları bu kıyıda, irili ufaklı metal para, antika eşya, yüzük, demir parçaları ve çivileri toplayarak bir geçim alanı oluşturmuşlar. Dalganın yığınları aşındırması veya ayıklaması sonucu kumsalın üzerinde toplamaya değer her ne varsa toplanmış ve satılmış. Denize dalıp arayanlar da az değilmiş. Bu işi yapanlara, bugünkü anlamda hurda avcıları veya antika avcıları demek de mümkün. Hatta denizle haşir neşir olan bu insanlar, Ganita koyunda gülleler çıkartarak hurdacılara satmışlar. Bu antika avcıları, buldukları bazı değerli antikaları, müze müdürlüğüne götürüp kıymet takdiri yaptırırlardı. Müzede kurulan komisyon, işe yarar olanları değerlendirir; bulanların isimleri tutanaklara kaydedilir; sahiplerine ücreti teslim edilirdi. Komisyonun belirlediği fiyat neyse oydu! Bu işi pek çok meraklı bir hobi veya meslek hâline getirmişti...

Velhasılı kelam sevgili dostum; her şehrin, her mahallenin bir hikâyesi var. Moloz veya Pazarkapı'nın hikâyesi de, vurguladığımız gibi, aslında bir define avcıları veya hurda avcılarının da hikâyesini barındırıyor bir bakıma...Hurda malzemenin,  günümüzde değerli olduğu gibi, geçmişte de bir değeri olduğunu unutmamak gerekiyor...Bir de, Moloz kapısının hemen karşı kıyısında, şarap fabrikası olduğunu biliyor muydun? Şarap fabrikası derken, deniz yoluyla gelen devasa fıçılar, binanın deniz kıyısındaki büyük demir kapısından mahzen katına alınırmış... Bu binaya gelen şarap, bu tarihi binada şişelenirmiş. Üstelik bir yerel marka olarak piyasada da çok tutulurmuş. Bir zaman sonra çivi fabrikası olarak kullanılan şarap fabrikası binası, 1950'ye kadar Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü tarafından gazino olarak kullanılmış. O dönemin sosyal hayatının bir parçası olarak burada eğlenceler düzenlenirmiş ve sahilinde denize girilirmiş. Ama binanın mahzenindeki şarap fıçılarına kimse dokunmamış. Cirav ailesi tarafından 1950'de satın alınarak, hem konut, hem de ticarethane olarak kullanılmış. Ciravlar, mahzen katını hiç kullanmamışlar; kapalı tutmuşlar...1980'li yıllarda zamanın belediyesi tarafından bu bina istimlâk edilmiş. Mahzen katında bulunan devasa şarap fıçıları ise İstanbul'dan gelen bir yatırımcı tarafından, Cirav ailesinden satın alınarak tırlarla götürülmüş...Bina yıkılmış üzerine yol yapılmış; ama şarap fıçıları kurtarılmış! Bu fıçıların akıbetini ise kimse bilmiyor! Geçmiş zaman hikâyeleri işte! Ne şarap fabrikası binası var, ne hurda veya antika avcıları, ne iskele, ne de burç ve Roma mendireği veya suru...

89e83d9f-521e-495f-b830-2497f4bbc65c

20b75d8a-4332-4b54-958a-7c6e0d83b11d