Nükleer teknolojide dünyadaki lider kuruluşlardan biri olan Rosatom tarafından Mersin’in Gülnar ilçesinde inşa edilen Akkuyu NGS’de, dört ünitede birden çalışmalar hızla sürüyor. Yıllık 35 milyar kilovatsaat elektrik üretimi ile Türkiye’nin enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 10’unu karşılayacak proje, dünyanın küresel bir enerji kriziyle mücadele ettiği bir dönemde Türkiye’nin kalkınma hedefleri açısından önemli yatırımlardan biri.
Akkuyu, Türkiye’nin 70 yıllık nükleer santral hedefini simgeliyor
“50’lerde kağıt üzerinde kalkınma hedefimizdi. Bunun üzerinden geçen koskoca 70 yılın ardından ülkemiz ilk defa bir nükleer santrale kavuşacak” sözleri, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Cumhurbaşkanı Yardımcısı Bilim Danışmanı ve Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uğur Çevik’e ait. Çevik’e göre Akkuyu NGS, aynı zamanda Türkiye’nin 70 yıllık nükleer santral hedefini simgeliyor. Türkiye-Rusya iş birliği açısından da tarihsel bir öneme sahip proje, sadece üreteceği elektrikle değil aynı zamanda yeşil enerji hedefine yapacağı katkıyla da önemli bir rol üstlenecek. Uzun vadede Türkiye’de nükleer bilim ve teknolojisinin gelişimi için de önemli bir adım olması öngörülüyor.
Akkuyu yatırımının önemine dikkat çeken Prof. Dr. Uğur Çevik, “Dikkatinizi çekmek isterim, ülkemizin bir kalemdeki en büyük yatırımı olan (yaklaşık 20 milyar dolar) Akkuyu 'yap, işlet, sahip ol' (build, own, operate) modeliyle yapılan dünyadaki ilk nükleer santral projesidir” dedi.
Her biri 1200 MW elektrik üretim kapasitesine sahip dört üniteden oluşan Akkuyu’nun toplam 4800 MW’lık kapasiteye sahip olacağını hatırlatan Çevik, “Bittiğinde toplamda 4800 MW kapasiteye sahip olacak olan santralin, dünyadaki muadilleri ile karşılaştırıldığında büyük bir güce sahip olduğu rahatlıkla söylenebilir. İlk ünitenin cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılında devreye alınması planlanmaktadır. Diğer reaktörlerin de birer yıl arayla devreye alınması bekleniyor. Akkuyu Nükleer Santrali tam 60 yıl süreyle (istenirse 20 yıl daha uzatılabilir) üretim yaparak ülkemizin enerji ihtiyacına 7/24 hizmet verecek” şeklinde konuştu.
Nükleer teknolojide Rusya tecrübesi
Türkiye’nin uzun yıllara dayanan nükleer macerası sürecinde dünyada yüzlerce santral inşa edildiğini vurgulayan Çevik, Türkiye ve Rusya Federasyonu arasında, iki ülkenin liderleri arasındaki sıcak ilişkiye de dayanan bir yakınlıkla, nükleer teknolojiler alanında Rusya’nın tecrübesinden faydalanma kararı alındığını aktardı. Çevik, şöyle devam etti:
“Ardından yapımı artık yılan hikayesine dönen Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin inşa edilmesi yönünde ortak karar. Bununla ilgili anlaşma, Rusya Federasyonu Hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasında, 12 Mayıs 2010 tarihinde Ankara’da imzalandı. 2014 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Akkuyu NGS’nin Çevre Etki Değerlendirme Raporu’nu onayladı. 3 Nisan 2018’de de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in katılımıyla Akkuyu NGS’nin birinci güç ünitesinin temel atma töreni gerçekleştirildi. Böylece, tam 70 yıl sonra Rusya Federasyonu’nun şirketi olan Rosatom’un yapacağı bir nükleer santrale kavuşacak ülkemiz için santraldeki birinci güç ünitesinin inşasına ilişkin tam kapsamlı çalışmalar resmen başlamış oldu.”
Rusya’da eğitim, yetişmiş insan gücü sağlıyor
Akkuyu ile ciddi bir know-how transferi ve tecrübe paylaşımı yapılıyor. Bugüne kadar 317 Türk öğrencisi eğitim için Rusya’ya gönderildi. 246’sı oradaki eğitimlerini tamamlayarak Akkuyu’da iş başı yaptı. Rusya’da 71 öğrenci de eğitimine devam ediyor. Çevik, bu konuda da şunları söyledi: “İnşaat aşamasında ve işletme sürecinde binlerce çalışanı olan proje çerçevesinde, hükümetler arası anlaşmalar gereği Türk öğrencilerimizin nükleer güç santralleri konusunda yetiştirilmesi için Rusya’da eğitim almaları sağlandı. Bu sürecin yetişmiş insan gücü açısından önemi bir yana, ileride kendi yerli ve milli reaktörlerimizi yapmak konusunda ülkemize büyük avantajlar sağlayacak bir gelişme bu.”
"Akkuyu ile yetinilmemeli"
Türkiye’nin, son zamanlarda yaşanan küresel krizler de dikkate alınarak, sadece Akkuyu ile yetinilmemesi gerektiğini ve nükleerde milli bir hamle başlatılması gerektiğini vurgulayan Çevik, “Dünyada 70 yıldır faal olan ve artık dördüncü nesillerinin ticari olarak üretilmesi planlanan nükleer güç santralleri için ülkemizin sadece Akkuyu ile yetinmeyip, son zamanlarda yaşadığımız küresel krizler de dikkate alınarak, bu konuda yerli ve milli bir hamleyi eyleme geçirmesi fevkalade önem arz etmektedir. İHA ve SİHA gibi savunma sanayii enstrümanlarında elde edilen parmakla gösterilecek başarının her alanda yakalanması ve özellikle de enerji konusunda her yıl onlarca milyar dolar harcayan ülkemizin dışa bağımlılığın azaltılması, hiç kuşkusuz bu sektörlere yapılacak yatırımlarla sağlanacaktır. Tabii ki tüm bu yatırımlar yapılırken bütün dünyanın üzerinde durduğu sıfır karbon ayak izi ve çevre hassasiyeti dikkate alındığında, yenilenebilir enerji kaynaklarının yanında nükleer güç santralleri de önemli bir alternatif olacaktır” diye konuştu.
İnşaata başlamadan 42 yıl önce lisansı alınan bir santral
Türkiye’nin nükleer enerji arayışının hızlı başladığını, hatta dünya ile rekabet edebilecek bir hızla geliştiğini hatırlatan Çevik, “ABD Başkanı Eisenhower’ın Birleşmiş Milletler’ de (1953) 'barış için atom' sloganı ile gündeme getirdiği nükleer santraller, o yıllarda ülkemiz için de önemli bir kalkınma hedefi olarak tespit edilmişti. Bu süreci 1956 yılında Atom Enerjisi Komisyonu Genel Sekreterliği’nin, (Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu) kurulması ile başlatan ve bu konuda öncüler arasında yerini alan Türkiye, birçok teşebbüste bulunsa da ne yazık ki 2000’li yıllara kadar bir sonuç alamadı” şeklinde konuştu. Çevik, bu durumu, "O esnada dünya ise hızlı bir şekilde ticari nükleer güç santrallerini inşa etmeye devam ediyordu" sözleriyle aktardı.
Bu yarışta geri kalmak istemeyen Türkiye’nin 1976’da Mersin yakınlarındaki Akkuyu mevkiinde bir nükleer santralin inşası için lisans aldığını kaydeden Çevik, “Ne zaman? 1976’da. Yani şu an inşası devam eden nükleer güç santralinin lisansı 2018 yılında, inşaatın başlamasından tam 42 yıl önce alınmıştı. Bu tarihten sonra, birçok farklı hükûmet, pek çok defa teknik şartnameler hazırlayıp ihaleye çıkmak istese de her şeyden önce finansal garanti eksikliğinden ve daha birçok sebepten dolayı süreci başlatamadı” ifadelerini kullandı.
"Nükleerin öncülerindendi, çok geç kaldı"
Türkiye, nükleer teknolojideki geleceği 1950'li yıllarda fark eden öncü ülkelerden biri ancak nükleere geçişte geç kaldı. 1950’li yıllardan sonra Türkiye’de iktidara gelen hükümetlerin istisnasız tamamının programında nükleer santral yapımı yer aldı. Ancak nükleer santral projesi bir türlü hayata geçirilemedi. Prof. Dr. Uğur Çevik’e göre dünyada nükleer santrali olan ülkelerdeki kalkınma sürecine ve ekonomilerine bakmak, nükleer enerjinin önemini anlamak için yeterli ve ‘Türkiye’nin 70 yıllık hayali olan Akkuyu tam da bu nedenle Türkiye için önemli.’
Nükleer santrallerin gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde olmasının onların yüksek bir teknolojiye sahip olduğunun açık göstergesi olduğunun altını çizen Çevik’in bu konudaki görüşleri ise şöyle: “Bugün dünyada 438’i işletmede, 56’sı yapım aşamasında olmak üzere 494 adet nükleer reaktör bulunuyor. 1950’li yıllarda başlayan süreçten bu yana I., II., III. ve III+ nesil reaktörler 32 ülkede faaliyet gösteriyor. Bu santrallerin gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde olması, onların yüksek bir teknolojiye sahip olduğunun en açık göstergesi. Her nesil bir önceki neslin yaşadığı problemlerden dersler çıkartılarak daha güvenlikli, daha yüksek teknoloji ile inşa edilir hale geldi. Nükleer teknolojiler konusunda söz sahibi olan ülkeler, kendi reaktör tiplerini üreterek bu konuda dünyada söz sahibi olmak için yarış içinde. Mevcut reaktörler dünya enerji ihtiyacının yüzde 10’undan fazlasını karşılıyor, inşaatı biten reaktörlerle birlikte bu oranın artması mümkün olacak.”
"Nükleerin ülke menfaatleri için önemi var"
Uluslararası Enerji Ajansının (IEA) 'Nükleer Enerji ve Güvenli Enerji Dönüşümü: Bugünün Zorluklarından Yarının Temiz Enerji Sistemlerine' raporuna göre de sürdürülebilir ve temiz enerji sistemleri inşa etmek ise nükleer enerji olmadan daha zor, daha riskli ve daha pahalı olacak. Bugün 32 ülkedeki toplam 413 gigavat kapasiteli nükleer enerji santralleri, yılda 1,5 gigaton küresel emisyon salımının ve 180 milyar metreküp küresel gaz tüketiminin önüne geçerek net sıfır emisyon hedefine ulaşılmasının yanı sıra, enerji güvenliğinin sağlanmasına da katkıda bulunuyor.
Bir enerji santralinin belirli zaman aralığında ürettiği güç miktarının, o zaman aralığının her saati tam kapasitede çalışarak üretebileceği güç miktarına bölümü olarak tanımlanan 'kapasite faktörü'nün enerji üretiminde önemli bir parametre olduğunu belirten Çevik, “Güneş ve rüzgar santralleri konusunda da dünya ortalamasının üzerinde yatırımlar yaparak dışa bağımlılığı azaltmaya ve gelişen, büyüyen sanayisinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan ülkemiz, her türlü enerji kaynağı konusunda da benzer şekilde yatırımlarına devam etmektedir. Diğer enerji üretim türlerine kıyasla kapasite faktörü çok yüksek olan (yaklaşık yüzde 95) nükleer reaktörler sadece bakım esnasında devreden çıkacak. Bu nedenle, yenilenebilir enerji kaynaklarının nispeten düşük kapasite faktörleri (örneğin güneş yüzde 25) düşünüldüğünde, bu reaktörlerin ülke menfaati açısından önemi gayet açıktır” değerlendirmesinde bulundu.
Nükleer santrale ne kadar ihtiyaç var?
Enerji ihtiyacının karşılanmasında konu nükleer santrallere gelince insanların çok da aynı fikirde olmadığını ifade eden Prof. Dr. Uğur Çevik, bu konuda da şunları söyledi: “Belki de bu aşamada hemen şunu sormak gerekir; enerji talebini karşılamak için nükleer bir santrale ne kadar ihtiyaç var? Rusya-Ukrayna krizi gösterdi ki, yeteri kadar yer altı kaynağına sahip olmayan Avrupa gibi, ülkemiz de bu konuda çok (hatta çok çok) şanslı olan komşularına (Azerbaycan, Rusya, İran, Irak) bağımlı durumda. Doğalgaz, petrol ve kömür gibi fosil temelli enerji kaynakları birçok ülkenin enerji üretiminin yüzde 50’sinden fazlasını oluşturuyor. Artan dünya nüfusu ve beraberinde gelişen tarım ve sanayi üretimi, enerji taleplerinde ciddi artışlara sebep oldu. Bu yüzden de ülkeler doğal olarak artan talepleri karşılamak adına her türlü enerji kaynaklarını kullanmaya yöneldi. Özellikle yenilenemeyen enerji kaynaklarının kullanımının sebebiyet verdiği küresel iklim değişikliğine rağmen ülkelerin bundan vazgeçmesi kolay görünmüyor. Bir de Rusya-Ukrayna krizi ve sonrası gelişen olaylar, Rusya’ya uygulanan ambargo Avrupa’nın doğalgaz tedarikinde sıkıntıya yol açtı. Hal böyle olunca ülkelerin birçoğu yaklaşmakta olan kış için şimdiden tedbir almaya başladı. 'Winter is coming' Kravat takmayın diyen İspanya Başbakanından tutun da Fransa’da 'klima çalışıyor ise kapılarınızı kapalı tutun' uyarılarına kadar pek çok tedbir alındı. Artan doğalgaz fiyatları ve tedarikte yaşanan sıkıntılar da tüm bu yaşananların tuzu biberi olmuştur. Tabii bu aşamada ülkelerin diğer enerji kaynaklarına yönelimi de gündeme geldi. Yıllardan beri dünyanın 'acil' gündeminde olan küresel iklim değişikliği nedeniyle dünyanın yaşadığı birçok problem, tüm enerji kaynaklarının öyle kolayca kullanımına engel oluşturuyor. Kim ne derse desin, dünyanın ortalama yüzey sıcaklığında yaşanan yaklaşık 1,5 C’lik artış, insanoğlu için son yıllardaki en büyük tehdit olarak görülüyor. Fosil yakıtların kullanımına bağlı olarak gelişen iklim değişikliğinin oluşturacağı büyük riskleri gören ülkeler, Birleşmiş Milletler önderliğinde bu küresel problemin üstesinden gelmek için gayret sarf ediyor. Bunlardan sonuncusu Glasgow’daki iklim zirvesidir. 2021’de Glasgow’daki iklim zirvesi sonrası 'sıfır karbon ayak izi' için anlaşan dünya ülkeleri ve kıta Avrupası, doğalgaz ve nükleer konusunda anlaşmazlığa düşse de Avrupa Parlamentosu doğalgaz ve nükleer enerjiyi 'çevresel açıdan sürdürülebilir ekonomik faaliyetler' olarak kabul etti. Tabii bu konuda daha önceden yatırım yapan ülkeler dışa bağımlılığın çözümü konusunda bir adım önde. Örneğin Fransa enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 70’ini nükleer enerjiden karşılamakta.”
Avrupa'da nükleer santralleri kapatma kararı askıda
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Bilim Danışmanı Prof. Dr. Uğur Çevik’in dikkat çektiği ‘enerji arzının güvenliği ve iklim değişikliği ile mücadele’ gibi küresel gündemin sıcak başlıkları son dönem Avrupa’da nükleere dönüş yaşanmasının da ana sebepleri. Elektrik ihtiyacının yaklaşık yüzde 25'ini nükleer santrallerden karşılayan ancak Akkuyu konusunda uzun yıllar olumsuz yaklaşım sergileyen ve projenin iptalini isteyen Avrupa ülkeleri, nükleer santralleri kapatma takvimini askıya almaya başladı. Belçika, nükleer reaktörleri devreden çıkarma planını ertelemeye karar veren ilk ülkelerden oldu. Son 10 yıldır kademeli şekilde nükleer santrallerini kapatan Almanya’da ise kalan üç reaktörün kapatılmasının ertelenmesi gündemde. Nükleerden vazgeçtiğini açıklayan Japonya’da faaliyeti durdurulan reaktörlerin tekrar elektrik üretimine geçmesi ve yeni nesil nükleer enerji santrallarının geliştirilmesi tartışılıyor. Birleşik Krallık, Fransa, ABD, Kanada ve Çin başta olmak üzere birçok ülke, yeni nükleer yatırım planlarını hayata geçirmeye hazırlanıyor. Fransa, 2050'ye kadar 14 yeni nükleer reaktör kurma ve SMR teknolojilerine 1 milyar avro yatırım yapma planını açıkladı. Hollanda 2 yeni nükleer reaktör yatırımı planlarken, Polonya da büyük ve mini ölçekli nükleer reaktör yatırımlarına ilişkin çalışmalar yapıyor. Afrika'da ise ilk nükleer enerji santralinin inşasına başlayan Mısır, kıtada Güney Afrika'dan sonra nükleerden elektrik üretecek ikinci ülke olarak öne çıkıyor. Rusya Devlet Nükleer Enerji Kuruluşu Rosatom’un inşa edeceği Mısır'ın ilk nükleer santrali Dabaa da her biri 1200 megavat kapasiteli 4 üniteden oluşacak. Çin, her yıl 6 ila 8 nükleer reaktör inşa ederek, bu alanda 2030’a kadar dünyanın en büyüğü olmayı hedefliyor. Nükleerden çıkış stratejisini devre dışı bırakan Güney Kore de 2030’a kadar 10 yeni nükleer reaktör kurmayı planlıyor.